Footer Logo
.
.
.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
RSS

Now You See Me


    Sihir'i insanoğlunun eski çağlarda olduğuna inanılan şimdiyse eğlenme aracı olarak kullanılan kandırmaca olarak tanımlayabiliriz. Eskilerde cadı adı vb. isimlerle adlandırılan sihir/büyü yaptığı iddia edilen bir çok kişi öldürüldü. Tabii artık daha masumane bir hal aldı bu olay. Öyle ki insanlar bu illüzyonları görmek ve bilerek kandırılmak için tonlarca para döker oldu. Böylece sihirbaz veya illüzyonist denilen kişilerin sayısı arttı ve alternatif bir meslek halini aldı.
 
    Hollywood'da hemen hemen her 5 yılda bir sihirbazlık çatısı altında filmler yapıyor. Bunlardan en beğenileni başrolünde Christian Bale'nin oynadığı Prestij filmi. Böyle filmlerin genellikle sonlarında seyircinin matık hatası olarak değerlendirmemesi ve merak içinde kalmaması için yapılan artık her neyse açıklanır.
 
    Seçilen 4 sihirbazın bir amaç uğruna takım olarak neler yaptıklarını anlatıyor film. Merak unsurunu üst düzeyde tutmuşlar ki en önemlisi de bu. Siz nasıl yaptılar diye düşünürken başka bir numara ile yeni bir gizem daha ortaya çıkıyor. Dertleri bu işten para kazanmak değil, halkın sevgisinin kazanan modern Robin Hood gibiler. Kim sevmez ki Robin Hood'u?
 
    Her rolün altından kalkan adam Morgan Freeman'ın rol alması beni filme çeken etkenlerden birisi. Ama en çok Sosyal Ağ filminde harika bir oyunculuk sergileyen Jesse Eisenberg'in performansını merak ettiğim için izledim. İzlerseniz pişman olmazsınız diyemeyeceğim. Sadece merak ettirmek de bir yere kadar. Onun dışında da güzel bir hikaye istiyor insan.
 
    Filmin yan etkileri ise izledikten sonra kendinizi Google ve YouTube'nin arama motorlarına sihirbazlık numaraları, şu nasıl yapılır tarzı kelimeler yazarken bulabilirsiniz. Yaptım mı yaptım. Çok da iyi güzel oldu yüzük kaybetme numarasını öğrendim. Sihirli Annem'de de denildiği gibi ''Sihirli Günler!''.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

The Social Network


    Dünya'da 500 Milyonu aşkın kullanıcısı olan Facebook'un nasıl kurulduğunu konu alıyor film. Artık insanların hayatlarında önemli bir yer edinen site de insanı çeken en önemli nokta tanıdığınız herkesin (Yaşı ilerlememişse tabi) bir hesabı olması. Çılgınlık haline gelen bu sosyal ortam yıllarca diktatörlüğünü sürdüren MSN'nin de hala kullanılsa da sonunu getirdi. Öyle bir boyuta ulaştı ki bir çok kişi sosyalleşmek adına bu platformu kullanmaya başladı.
 
    Filme gelirsek sitenin nasıl kurulduğunu ve bu bu boyutlara nasıl geldiğini konu ediniyor. Çok da temiz yollardan geldiğini savunmak yanlış olur. Yani Mark Zuckerberg'i hepimiz Facebook'un kurucusu olarak biliyoruz, öyle de. Ama nasıl ve tek başına mı sorularının cevaplarını filmi izledikten sonra alabilirsiniz.
 
    Başta konusu sıkıcı gibi gelebilir. Açıkçası bana öyle gelmişti. Belgesel tarzında Mark ve o dönem ki arkadaşlarının anlatımı ve canlandırmalarla yapılan bir film değil. Bildiğiniz biyografik tarzda bir film. Kimseyi özellikle övme veya yerme yok.
 
    Başarılı oyuncu kadrosunda da tanıdık isimlere rastlamak mümkün. Kısa bir zaman içinde bu seviyelere gelen ve  Mark'ı canlandıran (hatta andıran) Jesse Eisenberg başrolde. Onun dışında son Spider-Man Andrew Garfield ve hem şarkıcı hem oyuncu olan Justin Timberlake de var.Ama en önemlisi yönetmen gerilim filmleriyle nam salmış olan David Fincher.
 
    Filmin başarısı için hasılat dışında bir kanıt istiyorsanız size tam 8 dalda Oscar'a aday olduğunu söyleyebilirim. Bunlardan da en iyi düzenleme, orjinal müzik ve senaryoyu kazandı. Oscar dışında ise 11 dalda aday gösterilip 6 ödül kazandı.
 
    Hemen her gün ziyaret ettiğimiz bu sitenin nasıl kurulduğunu ve bu günlere geldiğini sıkmadan, en başarılı yoluyla izlemek isterseniz bu filmi öneririm.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

August Rush


    Müzik hepimizin duyduğu ancak göremediği ancak en çok ihtiyaç duyduğumuz şeylerden biri. Herkesin müzik zevki kişiliğiyle orantılı olarak farklı ama işin içine iyi bir hikayesi olan film girerse klasik müzik dinleyicisinden punk dinleyicisine kadar herkesi ortak bir noktada buluşturabiliyor. Film ve müzik birbirine çok benzedikleri için olsa gerek. Mesela bir filmde aşk hikayesini izleyebilirsin, müzikte ise dinleyebilirsin. Yani ikisi de sizi bulunduğunuz ortamdan uzaklaştırıp bir süreliğine de olsa keyifli bir seyahate çıkarır.
 
    Bu film tam anlamıyla bir müzikal değil. Müzikal herhangi bir konuyu işler (Örneğin Fransız Devrimini anlatan Sefiller Müzikali) ve oyuncular da neyi canlandırırlarsa canlandırsınlar opera havasındaki konuşmalarla diyaloglarını kurarlar. Müzik konulu filmler ise size uzun bir albümün klibini izlemiş hissini verir.
 
    Çok fazla raslantısal olayın olması filmi biraz bozuyor. Tabi şans faktörü de fazlasıyla ön plana atılmış. Bunlardan yola çıkarak senaryonun çok iyi olmadığını anlayabiliyoruz. ''Bizde yapsalar tutmaz'' kelimesi bu film için gayet uygun. Az biraz yeşilçam filmi izleyen biri bu filmi izledikten sonra ne demek istediğimi anlar.
 
    Filmi beğenilmesinde ki en büyük faktör tabii ki müzikleri. Beğenilmemesi'nin sebebinin ise abartılı hikayesi olduğunu anlamak için bir Atilla Dorsay olmaya gerek yok. Kötü de değil ama sanki gerçekte yıllar sürmüş bir hikayenin çok kısıtlı zamanda gerçekleştirilmeye çalışılmış.
 
    Bu tür filmleri müzik ülkesi olarak en çok beğendiğim İngiltere'den görmeyi daha çok isterim. Gönül ister ki bizde de örnekleri bolca görülsün ancak zalim gişe canavarının korkusundan olacak ki pek yok.
 
    Filmdeki müzisyenler kadar kadar başarılı olabilirsiniz ya da bir enstrümanı çok iyi çalamayacak olsanız bile sanatın hangi dalı olursa olsun ilgilenmekten zarar gelmez. Yani insanı olumlu yönde etkileyebilecek bir film. Mesela Dövüş Kulübü'nü izleyen bir çok erkekte kavga etme isteği (ki genelde istek olarak kursakta kalır) oluşur. Bunda ise gitar çalma.
 
    Küçük Yıldızımız Freddie Highmore görevini başarıyla yerine getirmiş. Onun yanında ise usta oyuncu Robin Williams dikkatleri çekiyor.
 
    Oscar'da en iyi orjinal şarkı dalında Raise It Up ile aday olan filmin müzikseverler tarafından olumlu tepkilerle karşılanacağını düşünüyorum. Onun dışında bir Amadeus beklemeyin. Beklentileriniz düşük aldığınız keyif büyük olsun.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Se7en


    Dedektifliğin bir çok filmde nasıl heba edildiğini gören biri olarak söylüyorum ki işte budur. Zekasını ve bilgisini eldeki kanıtlara dayanarak olayı çözmeye çalışır. Bunu çok iyi aktaran film sıradan bir hikaye'ye dayansa da David Fincher fırçasını sağlı sollu vurarak bir yönetmenin senaryo üzerinde ne kadar etkili olduğunu göstererek meslektaşlarına da bir ders veriyor.
 
    Film insanı garip bir şekilde geriyor. Fincher'ın bir kaç filmini izleyen varsa ne demek istediğimi anlar. Mesela Paranormal Activity'nin asıl görevi insanı germek olduğu için seyirciye yansıtmak daha kolaydır. Ama bir polisiyede de iyi olduğu taktirde gayet etkili olabiliyor. Bunu bu adar iyi yansıttığı için ve giderek merak uyandırdığı için kült bir film.
 
    Morgan Freeman ve Brad Pitt klasik deneyimli-deneyimsiz iki dedektifi canlandırıyorlar. Freeman son görevine hazırlanırken, Pitt'in oynadığı karakterin aldığı en büyük görevlerden biri ve bu işte birlikteler. Önceki sene Esaretin Bedeli gibi efsane bir filmde oynayan Freeman yine öyle bir filmde oyunculuğunu konuşturuyor.
 
    Zeki katil mi daha kötüdür? Yoksa Deli mi? Her ikisi de olabilir ama buradaki seri katilde ikisinden de biraz var. ''İnanç'' uğruna 7 önemli günah işleyen 7 kişiyi öldürmeyi planlıyor.
 
    Filmin müzikleri de oluşturulan gerilim havasında oldukça etkili olmuş. Brad Pitt ile David Fincher daha sonra birlikte çalıştıkları projeleri olan Dövüş Kulübü ve Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi filmlerinde de başarılarını sürdürdüler. Yer yer sıkılsanız bile sabredin, karşılığını alacaksınız.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

District 9


    Bir düşünün uzaylılar dünya'ya gelmiş ve dönemedikleri için kalmak zorundalar. Nereye inerler? New York ilk tahminler arasındaki yerini yıllardır süre gelen felaketler ve bunlara kazandığı bağışıklık nedeniyle ilk sırada aklıma gelenlerden biri. Kar fırtınası, tsunami, kıyamet, zombi saldırısı vb. olaylar atlatan bu şehirden çok uzaklarda sömürülmekten ve açlıktan iliği kuruyan Afrika'da geçmekte film.
 
    Uzaylılar gemilerinin önemli bir parçası kaybolduğu için dünya da mahsur kalırlar. Onlara bir yer ayarlanır ve bu yerin tarihteki önemini yazının ilerleyen satırlarında açıklayacağım. İnsanlarla olan anlaşmazlıkları sonucunda onlarla iletişime geçemeyecekleri şehirden daha uzak bir yerleşim yeri yapılır ve oraya göçmeleri istenir.
 
    Şimdi dünya'ya indiklerinde ki onlara verilen yerin gerçekte tarihteki önemine açıklayayım; 1970 yılında filmde uzaylıların yaşadığı barakalarda gerçek insanlar yaşamaktaydı. 60.000 kişi zorla göç ettirildi. Filmin yönetmeni ve senaristi olan Neill Blomkamp bu olaydan esinlenerek filmi çekti.
 
    Kadrodaki oyuncuların hepsini saymayacağım ancak büyük bir cesaret örneği teşkil ettiğini de söylemeden geçemeyeceğim. Çünkü başrolde ki Sharlto Copley (Wikus) bu filmde ilk oyunculuk deneyimini yaşadı.
 
    Eskiye nazaran azalsa da günümüzdeki önemli sorunlardan biri olan ırkçılık burada da uzaylılara karşı yapılıyor. Bu kötü davranışın kurallarından biri olan benzetme uzaylılar için karides olarak yapılıyor. Ama uzaylılarda sütten çıkmış ak kaşık değiller hani. Misafirsin sonuçta aynı evrenin çocukları olmamız bir şeyi değiştirmez, edebinle otur.
 
    Son yıllarda Bilim-Kurgu'daki düşüşe bir hareketlenme getiren film rakiplerinin de etkili olamamasıyla son bir kaç yıl içerisinde çıkan türüne ait en iyi yapımlardan. Son olarak şunu da söyleyeyim ki uzaylıları farklı şekillerde gösteren filmler izledim ama mülteci olarak ilk kez görüyorum.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

This is the End


    Oyuncu kadrosuyla seyircide büyük bir heyecan yaratan ve beklentilerin çok yüksek olduğu film vizyona girdi. Film gayet komik ve bireysel oyunculuklarda harika. Bireysel oyunculuğun yanında bu adamlar aynı projelerde birçok kez kamera karşısına geçtikleri için adeta bir takım olmuş durumdalar. Öyle ki Pineapple Express, Çok Fena ve Kaza Kurşunu filmlerinin kadrosunda 4 kişi bu filmde tekrar bir araya geldi.
 
    Konusu James Franco yeni aldığı ev için verdiği parti sırasında beklenmedik garip olaylar yaşanır ve altı arkadaş aynı evde durmak zorunda kalırlar. Bizdeki İşler Güçler dizisindeki gibi oyuncular kendilerini oynuyorlar.
 
    Seth Rogen ve Evan Goldberg filmi yazdı, yönetti ve yapımcılığını üstlendiler. Seth de böylece ilk kez yönetmenlik deneyimini yaşamış oldu. Kadrodaki herkesle de yıllardır birlikte oynadığı için rahat geçirdiği bir deneyim olmuştur. Parasal olarak da iyi bir gelir elde edeceğini tahmin etmesi zor değil. Yani şu kadroya doğaçlama bile oynatsanız zarar etmezsiniz yine seyirci sinemaya gelir. Müzikleri arasında Gangnam Style ve Bodyguard gibi popüler şarkılarda var.
 
    Filmin başlarında Korkunç Bir Film tarzı bir şey çıkmasını bekliyorken sizi daha aşina olduğunuz yerlere götürüyor. Her filmlerinde ot içen kadro geleneği yine bozmamış. Filmdeki bir sahne fazlasıyla Kutsal Damacana'yı anımsatıyor. Asıl adı This is the End:Apocalypse olacaktı ama bir konuda anlaşmaya varılamadığı için son kısmı çıkarıldı. Alternatif bir kıyamet senaryosunun komedi ile birleşimine şahit olacaksınız.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

127 Hours


    ''Bu kaya... hayatım boyunca beni bekliyormuş. Varoluşundan beri, daha bir meteorken milyarlarca yıl önce. Uzaydan buraya düşmeyi bekliyormuş, tam buraya. Hayatım boyunca buraya sürüklenmişim. Doğduğum an, aldığım her nefes, yaptığım her şey beni buraya, evrendeki bu çatlağa sürüklemiş.'' Bunlar Utah'daki bir kanyon'da bir kayanın arasına elini sıkıştırıp 5 gün 7 saat orada kalan Aron Ralston'ı canlandıran James Franco'nun sözleri.
 
    Gerçek bir hikayeden yola çıkarak çekilen film mühendis ve doğa sporcusu Aron Ralston'ın Between a Rock and a Hard Place kitabından uyarlanma. Film insanı o kadar içine çekiyor ki insanda sürekli su içme isteği uyandırıyor. James Franco harika oyunculuğunun ödülünü Oscar'a aday gösterilerek alıyor. Franco, Kobe'nin Lakers'ta yaptığı gibi işi tek başına sırtlıyor. Olayı yaşayan gerçek Aron Ralston ise objektiflikten uzak olsa da izlediği en iyi film olduğunu söylüyor.
 
    Aron rolü için yönetmen Danny Boyle'nin ilk tercihinin Cillian Murphy olduğu söyleniyor. Eğer bu doğruysa büyük bir hatadan döndüklerini söyleyebilirim. James Franco komedi'de başarılı olsa da o türden biraz uzaklaşıp bunun gibi daha çok ilgi çeken ve oyunculuğunu gösterebileceği filmlerde oynarsa yakın bir gelecekte Oscar'a uzanabileceğini düşünüyorum.
 
    En can alıcı sahnede festivallerde dahil olmak üzere bayılan insanların olduğu açıklandı ki bu bana çokta garip gelmedi. Oscar'a altı dalda aday olan film ödül alamadı ve maalesef Zoraki Kral filminin arkasında kaldı. Bu film kesinlikle Oscar'ı almalıydı demiyorum ama o filmin almaması gerektiğini söyleyebilirim. Nedeni ise Zoraki Kral sıkıcı bir kraliyet ailesi filmi. Bu arada Aron Ralston'ın gerçekte çektiği kamera kayıtlarına internetten ulaşabilirsiniz.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Kaza Kurşunu (Knocked Up)


  İlk sezonunda bitirilen 1999 yapımı dizi Freaks and Geeks dizisinde parlayan oyuncular birlikte çalışmaya ve iyi işler çıkarmaya devam ediyor. Başrolde Katherine Heigl ve Seth Rogen var. Seth Rogen'da ilk kez o gençlik dizisinde oyunculuk performansı sergilemişti. Onun dışında bu filmin kadrosunda bulunan Jason Segel, Martin Starr ve çok kısa bir bölümde oynasa da James Franco'da var. Romantik-Komedi türüne giren filmdeki oyuncu kadrosuna bakarak komedinin daha ağır bastığını tahmin edebilirsiniz. Konusu gelecek olursak ; Allison magazin muhabiridir ve işinde gittikçe yükselmektedir, Ben ise bir işi olmayan ve tek istediği şey arkadaşlarıyla hazırladığı siteyi açmak olan bir işsizdir. Bir partide sarhoşken tanışır ve Allison'ın evinde bir gecelik bir ilişki yaşadıktan sonra Allison hamile olduğunu öğrenirler ve hayatları altüst olur. Gayet iyi işler çıkaran bu kadro 13 Eylül'de vizyona girecek This is End filminde de bir araya gelecek.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Jaws


Sinemada ilk çıktığı zamanlarda insanları denizden soğutan (Tarkan'daki ahtapotla birlikte) dev köpek balığı ile insanların imtihanını konu alan filmin başarılı olmasında yönetmen Steven Spielberg en büyük etkenlerden. Bunu serinin ikinci ve üçüncü filmlerinde farklı yönetmenle çalışıp ilkinin yanından geçemeyecek projeler olmasıyla kanıtlayabiliriz. Gelecek yıllarda çıkacak bir çok benzeri filme de öncülük ve esin kaynağı olmuştur. 1975 yapımı olduğu için köpek balığının gerçekçi olmadığını düşünenler izledikten sonra yanıldıklarını fark ettiler. Köpek balığı dev ama abartılmamış bir devlik. Yani fantaziye kaçılmamış olması seyircide daha olumlu bir tepki yarattı. Oyunculuklar da iyi olduğu için iyi bir yapım ortaya çıkmış.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Bir Zamanlar (Once)


  Yüksek bütçeli filmleri eleştirmek kolaydır imkanları varken daha iyi bir şey yapamadıkları için. Ama sadece 130.000 € bütçe ile çekilen bu film Grammy Ödülüne bile aday oldu. Kamera'da yeterince iyi olmaması olumsuz yönde bir durum ancak bu filmin daha sıcak olmasını sağlamış. Her ne kadar kızın İngilizce'yi bu kadar iyi kullanması (ya da bana öyle gelmesi) BBC'nin radyo kanalını izliyormuşum gibi hissettirse de onun şimdiye kadar ki ilk ve tek filmi olduğu için oyunculuğu hakkında kötü demekte camiaya saygısızlık olur. Diğer başrol oyuncusu Glen Hansard da müzisyen ve filmin ruhunda da müzik olduğu için onun çıkartacağı iş çok önemliydi ve layıkıyla görevini yerine getirdiğini söylemek mümkün.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Dünya Savaşı Z (World War Z)




  İzleyeninin büyük beklentilerle izlediği ama çoğunun umduğunu bulamadığı Brad Pitt'li korku filmi. Bir aile babasının zombilere karşı olduğuna The Walking Dead dizisini izleyenler alışık ancak onun dışında pek kullanışlı bir rol değil. Zombilere yeni özellikler eklenmiş ancak film pek tutmadığı için bunlarda kalıcı olmayacaklardır. Bir kaç örnek vereyim; Mesela 12 saniye içinde insan zombiye dönüşüyor. Bu yaratığımsı şeyler amerikan futboluna gerçek hayatlarında fazla meraklı olmanın avantajıyla ponpon kızlarınki gibi kule yapabiliyorlar. Ama en önemlisi çoğu zaman insanları yemiyorlar. Isırıp bırakıyorlar ve bu ''zombi kriterlerine'' fazlasıyla aykırı. Ayrıca her zamankinden daha aptallar. Zaten böyle bir filmde Oscar için çekilmez. Hasılatları da iyi olduğu için çok fazla yorumları umursadıklarını sanmıyorum. En azından film dolu dolu. Zombi açısından.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Ah Mary Vah Mary (There's Something About Mary)


  Hayatımda baştan sona izlediğim ilk romantik komedi. Tabii bu yıllar önceydi. Sanırım 2002 gibi bir şey. Geçenlerde denk geldim ve sadece 1 sahneyi hatırladığım için yeniden izlemiş gibi oldum. Başrollerde Cameron Diaz ve Ben Stiller gibi şahane oyuncular var. Ted (Ben Stiller) okul balosuna Mary'i (Cameron Diaz) götürecekken bir aksilik çıkar ve hastaneye kaldırılır. Bu arada Mary'de Miami'ye taşınır. Yıllar sonra Ted, Mary'i unutamadığı için izini sürdürür. Asıl hikayede bu bölümden sonra başlıyor. Amelie'den daha iyi olmasına rağmen ona verilen değerin yarısı bu filme verilmedi. Filmde Ben'in arkadaşını Canlandıran Dom'u filmin sonuna doğru nereden hatırladığım aklıma geldi; How I Met Your Mother dizisinde Lily'nin babasını oynuyordu. Bizim yaratıcı sinemacılarımız da fazla uçup filmin Türkçe ismini abartsalar da fena olmamış. İzlemenizi öneririm ne kaçırdığınızı bilmiyorsunuz.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Modern Zamanlar (Modern Times)


  Konuşmadan en çok güldüren adam Charlie Chaplin. Filmlerinde konuşmaz ve bunu da şu sözüyle açıklıyor ; ''Konuşursam beni sadece İngilizce bilenler anlayabilir ama sessiz bir filmi herkes anlayabilir ve dünya Amerika'dan ibaret değil''. Hareketleri ve mimikleri onu fazlasıyla komik biri yapıyorken konuşmasının bir manası yok. Bu filmi yazdı, yönetti ve oynadı. Bir filmi gençler beğenmez espriler eskide kaldığı için. Başka bir filmi yaşlı insanlar beğenmez zamana ayak uyduramadıkları için. Bu filmde böyle bir sıkıntı yok. 7'den 70'e herkesi güldürebilir. Tabii Cem Yılmaz'ın dediği gibi daha önce güldüyse. Bir yandan güldürürken bir yandan da işçi sınıfının durumuna da dikkat çekiyor Chaplin. Gerek çok çalışmaktan kafayı oynatması, gerekse bir işçinin grevde vurulmasıyla. Bununla kıyaslanacak bir film varsa o da başka bir Chaplin filmidir.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Babam ve Oğlum




  Çağan Irmak’ın adeta Türk sinemasına armağan ettiği bir film Babam ve Oğlum. Irmak bu kez yönetmenliğin yanı sıra senarist olarak da karşımıza çıkıyor. Kamera karşısındaki Çetin Tekindor, Hümeyra, Yetkin Dikinciler ve daha bir çok kaliteli oyuncu kadrosuyla dikkat çeken film Ege’de yaşayan bir ailenin küçük oğlu olan Sadık’ın üniversite’de babası her ne kadar ziraat okuyup işlerinin başına geçmesini istese de o gazetecilik okumaya kararlı olduğu için babası ile küs bir şekilde evden ayrılmasını onu ediniyor. 1980 darbesi olduğu sırada karısı doğum sırasında ölür. Ancak oğlu Deniz doğar. Karıştığı siyasi olaylardan dolayı hapse atılır ve işkence görür. Hapisten çıktıktan sonra çok hasta olduğu için oğlunu Annesi ve babansa emanet etme ister ama babasıyla arasındakiler değişmemiştir. Ege şivesinin de abartısız ve kusursuz bir şekilde kullanılması filmin öne çıkan ögelerden biri. Ülkemizde ağırlıklı olarak yapılan dram filmleri arasında parmakla gösterilebilecek bir film. Fikret Kuşkan her ne kadar iyi bir oyunculuk sergilese de bana göre biraz Çetin Tekindor’un gölgesinde kalmış. Deniz’i canlandıran küçük Ege’nin de yaşına bakacak olursak büyüklerinden pek bir eksik kalır yanı olmadığını söyleyebiliriz. Filmin 3 tanesi en iyi film olmak üzere toplamda 7 dalda 13 kazanması tesadüf değil.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Zombieland



  İşte Komedi-Korku tarzında yapılmış güzel filmlerden biri daha. Shaun of The Dead gibi yine eğlenceli bir film. Eğer kardeşinizi veya çocuğunuzu korku filmlerine alıştırmak istiyorsanız böyle bir şey tam size göre. Klasik zombi hikayelerindeki gibi salgın başlıyor ve 2'si kardeş olmak üzere toplam 4 işi yolda karşılaşıyorlar. kardeşlerden biri Spider-Man'in Gwen'i Emma Stone. Filmde kimse kimseye ismini söylemiyor ve herkesin bir lakabı var. Bu arada Emma 2005'ten beri oyunculu yapmasına rağmen her yıl en az 2-3 filmde oynadığı ve kendini kanıtladığı için şuan bayağı ünlü bir oyuncu. Kız kardeşini oynayan Abigail Breslin ise 16 yaşında ancak bu yıl yani 2013'de tam 6 filmde rol aldı ancak çoğu henüz gösterime girmedi. Diğer iki oyuncu Jesse Eisenberg ve Woody Harrelson ise bu yıl gösterime giren Now You See Me adlı filmde tekrar bir araya geldiler. Oyunculardan çok bahsettim ama bunun nedeni film ne kadar eğlenceli olursa olsun bir ''Zombi Komedisi'' olduğu için anlatılacak pek bir şey yok. İzleyin ve görün.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS