Footer Logo
.
.
.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
RSS
2013 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
2013 etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

Rush

    
    Motor sporlarıyla hiç ilgisi olmayan birini F1 tutkunu haline getirebilecek bir film. Yarış sırasında sürücülerin nasıl bir psikoloji içinde olduklarına da çok yakından tanık olabilirsiniz. Hızlı ve Öfkeli tarzı bir film olmadığını da baştan söyleyeyim. Sıradan yarış filmlerindeki aksiyon ve bayağılık yerine daha heyecanlı, duygulu ve aynı zamanda bir spor filmi izleyeceğinizi söylemek yanlış olmaz.    
 
    Aynı dönemde birbirlerine zıt iki yarışçının nasıl başarıyı yakaladıkları anlatılıyor filmde. Ama asıl önemli olan başkalarıyla değilde birbirleriyle olan mücadeleleri. James Hunt ve Niki Lauda adındaki iki pilotun gerçek hikayesi üzerine çekilmiş bir film. Hunt rahatına düşkün ve nispeten insanlar tarafından (özellikle kızlar) sevilen bir pilotken, Lauda daha disiplinli, kendini işine adayan evden işe işten eve tarzı bir adam. İkisinin de birbirlerinde kıskandıkları özellikler olduğu için aslında bu mücadele.
 
    Geçtiğimiz yıl yapılan Oscar ödül törenine en iyi film dalında aday olmaması birçok kişi tarafından eleştirilmişti. Hiç de haksız sayılmazlar aslında. Daha önce sırf bir Amerikan operasyonunu anlattığı için Argo'ya ödül veren bir kurumdan adil davranmasını beklemek ne kadar doğrudur onu da bilemiyorum. Son zamanlarda yapılmış en iyi biyografik film olduğunu söylemek iddialı olmaz. Özellikle iki sporcunun da hayatının derinlemesine incelendiğini düşününce.
 
    İzledikten sonra iki sporcunun da gerçek resimlerine veya videolarına bakabilirsiniz. Oyuncuların fiziksel olarak da çok iyi seçildiklerini anlayacaksınız. İzlerken bir sahne sırasında eskiden arada bir izlediğim yarışlar aklıma geldi. Küçüktüm o zamanlar ama yarışların başlarını kaçırmamaya çalışırdım sırf kaza olsun da göreyim diye (nasıl bi' kafaysa artık). Filmden ve onca yıldan sonra tekrar izleme isteği geldi. Ama bu kez sonuna kadar.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Warm Bodies


    Zombileri bize hep kötü gösterdiler. Çoğu da öyleydi belki ama genelleme yaptığımız için biz de bu ırkçılığa ortak olduk. Empati kurmayı hiç denemedik. Hayatta kalma içgüdülerine yenik düştüler sadece. Onlar istemezler miydi normal bir insan gibi yaşayıp birkaç zombiyi kafasından vurmayı? Hayvanlarında bize zombi gözüyle baktıklarını düşünmeye başladım. Bizlerde pekala vahşi zombiler olabiliriz onların gözünde. Filmlerdekinden tek farkımız biz ot yiyerek hayatımıza devam edebiliriz. Böyle şeyler yazdım ama ben de vejeteryan değilim. Bir de şu soru aklıma geldi; Eğer bir koyun konuşabilseydi onu yinede yer miydiniz?
 
    Adının sadece baş harfi olan R'yi hatırlayan bir zombi ve arkadaş grubu (bayağı da samimiler hiç bir yapmacık yanları yok, işte gerçek dostluk bu!) dürümcüyü arayıp ''Usta bize 4 porsiyon döner yollasana. Ha yanına ezme koymayı da unutma'' diyemeyecekleri için e şehrin ortasında hayvan olmaz zaten diyerek insan bulmak için bölgelerinden uzaklaşarak taze kan arayışı içinde bulunuyorlar. Girdikleri bir yerde aradıklarını bulan zombilerimizden bir tanesi (R) karşılaştığı normal insana aşık oluyor ve onu diğerlerinden korumak için elinden geleni yapıyor.
 
    Hayatımda böyle hikayesi olan bir film gördüğümü hatırlamıyorum. Tamamen sıra dışı ve sadece yıllardır önümüzde duran malzeme ters çevrilmiş. Sen git yıllardır insanların kanını içen, yiyen, paramparça eden bu insan kılıklılardan birini iyi yap. Gerçi o da yerine göre zombilik vazifesini yerine getiriyor ama o kadar da olsun. Yani sadece onlar için değil normal insanlar içinde sıra dışı bir olay. Siz hiç yemeğinizle konuşur musunuz? Ya deli derler ya da ''Yemeğinle oynama hepsi bitecek!'' gibi bir nara yiyerek karşılık bulursunuz.
 
    Böyle ilginç ve yeni tür bir filmden de tabi ki yepyeni espriler ve komik diyaloglarda geçiyor. Sadece bir tanesini söyliyeyim; R bir sanede diğer zombiler kızı fark etmesinler diye ona ''Ölü ol. Tamam mı?'' dedikten sonra kız durumu biraz abartınca ''Bu biraz fazla ölü oldu'' diyor. Böyle klavye başında yazınca kimse de gülmediği için kendimi biraz fıkrasına gülünmeyen adam gibi hissettim ama olsun. Neyse izleyince bunu ve daha fazlasını duyacaksınız zaten.
 
    Son olarak bu zombilerde keşfettiğim yeni özellikleri paylaşarak bitirmek istiyorum yazımı; Mesela rüya göremiyorlarmış ve uyuyamıyorlarmış. Kar, soğuk, sıcaktan da hiç etkilenmiyorlar. İnsan imrenmiyor değil. Ama bir süre sonra bunlarında sıkacağı kesin. Yani o zaman sabahlamanın bir anlamı kalmaz. Amaç bir çok kişi yatıyorken ayakta kalıp onların yapamadıklarını yapmak. Hem sonra davulcular ne yapacaklardı? Herkes uyanık zaten kime çalacak adamlar. Demem o ki ekonomimize büyük bir darbe vuracağı bizim için en iyisi uyumak.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

The Hunger Games: Catching Fire


    Bir kitapçıya gittiğinizde klasikleri saymazsak garanti bulabileceğiniz bir kitap serisi Açlık Oyunları. Okuyucu kitlesi gözlemlediğim kadarıyla 16-19 yaş civarında. Tahminimce filminin izleyici kitlesinde de büyük bir yeri var bu yaş grubunun. Kitabına sayısız kere denk gelsem de hiç aklımdan hiç almak geçmedi. Galiba pek sevmiyorum bilim kurgu tarzı kitapları okumayı. Seyri daha hoş geliyor. Herhalde bir çocuğa da okuma alışkanlığı kazandırma konusunda iyi gelir diye düşünüyorum. Yan etkileri ise öldürme, hainlik ve çıkarcılık olarak geri dönebilir.
 
    Serinin ikinci filmi olan bu yapımı ilk filmi izlemeden önce izlemeniz anlamsız. İlkini izlememiş ve hala yazıyı okumaya devam ediyorsanız en azından bi' taraftan da filmi indirin. Daha legal yollara başvurup satın alabilirsiniz de. Üstelik fiyatı sadece 19.99$. Yapım şirketinin filmin yanında 1 değil 2 değil tam 2,5 kavanoz Bal Parmak dağıttığını geçen yıl filmin galasında konuşmasını gerçekleştiren Bal Parmak ceo'su açıklamış ve haber Amerikan basınında geniş yer bulmuştu. Bu akıl dolu pazarlama stratejisinin karşılığını fazlasıyla alan film, Bal Parmak firmasına jest olsun diye gelecek filmin bazı sahnelerini İstanbul Güngören'de çekmeyi planlıyor.
 
    Bu kadar saçma geyikten sonra hala okumaya devam eden var mı diye merak etsem de şu andan itibaren ciddi bir tavır takınıp kısaca konuyu anlamak istiyorum (İlk filmi izlemeyenler için ağır spoiler içerir); Oyunlardan sağ çıkan Peeta ve Katniss bu kez her 25 yılda bir düzenlenen ve daha önceki oyunlardan sağ çıkan insanların katıldığı 75.Açlık Oyunlarına katılmaya mecbur bırakılıyor. Bu sırada ise bütün mıntıkalarda isyan ateşi büyüdükçe büyüyor.
 
    İlk gördüğüm andan itibaren Gezi Parkı Direnişi'ne çok benzettim filmdeki olayları. Bir yandan halkı türlü şeylerle uyutmaya çalışan, şiddet ve korku ile baskı altına almaya çalışan bir yönetim, diğer yanda ise artık kendine dayatılanı yapmaktan sıkılmış özgürlüğü elinden alınmaya çalışılan ve bu gidişe dur demek isteyen halk. Bu yönüyle de sadece oyunları anlatıp kimin hayatta kalıp kalmayacağından çok bir isyan hikayesi ortaya çıkmış.
 
    Serinin sinemaya kattığı ne var derseniz Jeniffer Lawrence derim. Bir kaç filmde oynamış olsa bile bu seri sayesinde kendini gösterme fırsatı buldu ve 23 yaşında olmasına rağmen şimdiye dek çok önemli ödüller kazandı. Futboldaki ''Messi mi? Ronaldo mu?'' tartışmasının ileri boyutlarından biri olan ''Messi kolaysa gitsin İngiltere liginde de böyle oynasın.'' sözü Jeniffer için geçerli değil çünkü bu seri dışında Umut Işığım filminde de çok başarılı bir oyunculuk sergileyip tek maçta parlayıp bir anda ortadan kaybolan genç futbolcular gibi olmayacağını gösterdi.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Kick-Ass 2



    Filmdeki kahramanların isimleri ve isminden dolayı fazlaca argo kelime kullanacağımı şimdiden belirtmek isterim. Zaten televizyondaki gibi bunları bipleme şansımda yok ve aslında bunun televizyonda yapılmasına da gerek yok. sonuçta artık çocuklar bile o bipli sahnelerde ne denmek istendiğini çok iyi anlıyorlar. Zaten ismi Kıça Tekme olan bir filmden de romantik filmlerdeki kibarlığı beklemek yanlış olur.
 
    Süper Kahramanlığın gerçekte nasıl olabileceğini ve bunun komik yanlarını göstermeye çalışmışlar. Aslında bu konu ilk film çıkmadan önce de benim aklımda vardı. Korku filmlerini ti'ye alan onca film varken bunların neden olmasın demiştim. Bu filmden önce de az da olsa örnekleri var ancak en başarılısı Kıça Tekme.
 
    Böyle bir film olursa Superman'in kendi olur ve eksikliklerinden faydalanılır, aynı şekilde Batman ve Spider-Man'de de bu uygulanır diye düşünmekteydim ki yanıldığımı anladım. Film kendi kahramanlarını çıkardı böylece vasat bir yapım olmaktan kurtuldu. Bu vasat filmlerin örnekleri çok. Bir filmle dalga geçeyim derken dalga geçilir duruma gelmek çok ironik doğrusu.
 
    Filmden bağımsız olarak takıldığım bir noktaya değinmek istiyorum. Herkes Türkçesi Yarasa Adam ve Süper Adam olan kahramanlara orjinal isimleriyle hitap ederken sanki içimizden biri olan Spider-Man'ı Örümcek adam olarak tanımlıyor. Film ve çizgi filmler'de de bu geçerli.
 
    Emin olun kahramanların adı bildiğimiz kahramanların adlarından daha yaratıcı. Sözüm buradan Hollywood'a; Koskoca bütçe yapmışsın mekan ayarlamışsın ekip oluşturmuşsun ama demirden kıyafet giyiyor diye Demir Adam (İron Man) diye film çekmek nedir? Biraz yaratıcı olun da yeni kahramanlar çıkarın.
 
    Tabii ki ilk filmi izledikten sonra izlerseniz çok daha iyi olur ama aralarında büyük bir bağ yok. ''Ben ilk filmi izlemedim bunun zevki çıkmaz'' denilebilecek bir film değil. Ancak ilkini izlerseniz daha büyük bir zevk ve heyecanla izlersiniz yenisini.
 
    İnsanı filme çeken en büyük etkenlerden biri de Jim Carrey. Özellikle son yıllardaki oynadığı projelerin pek iyi olmaması sebebiyle de insan sevdiği Jim Carrey'i arar oldu. Bu filmde onu bulacaksınız diyemem ama o karakteri ondan daha iyi canladıracak oyuncu sayısı da bir elin parmaklarını geçmez.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Now You See Me


    Sihir'i insanoğlunun eski çağlarda olduğuna inanılan şimdiyse eğlenme aracı olarak kullanılan kandırmaca olarak tanımlayabiliriz. Eskilerde cadı adı vb. isimlerle adlandırılan sihir/büyü yaptığı iddia edilen bir çok kişi öldürüldü. Tabii artık daha masumane bir hal aldı bu olay. Öyle ki insanlar bu illüzyonları görmek ve bilerek kandırılmak için tonlarca para döker oldu. Böylece sihirbaz veya illüzyonist denilen kişilerin sayısı arttı ve alternatif bir meslek halini aldı.
 
    Hollywood'da hemen hemen her 5 yılda bir sihirbazlık çatısı altında filmler yapıyor. Bunlardan en beğenileni başrolünde Christian Bale'nin oynadığı Prestij filmi. Böyle filmlerin genellikle sonlarında seyircinin matık hatası olarak değerlendirmemesi ve merak içinde kalmaması için yapılan artık her neyse açıklanır.
 
    Seçilen 4 sihirbazın bir amaç uğruna takım olarak neler yaptıklarını anlatıyor film. Merak unsurunu üst düzeyde tutmuşlar ki en önemlisi de bu. Siz nasıl yaptılar diye düşünürken başka bir numara ile yeni bir gizem daha ortaya çıkıyor. Dertleri bu işten para kazanmak değil, halkın sevgisinin kazanan modern Robin Hood gibiler. Kim sevmez ki Robin Hood'u?
 
    Her rolün altından kalkan adam Morgan Freeman'ın rol alması beni filme çeken etkenlerden birisi. Ama en çok Sosyal Ağ filminde harika bir oyunculuk sergileyen Jesse Eisenberg'in performansını merak ettiğim için izledim. İzlerseniz pişman olmazsınız diyemeyeceğim. Sadece merak ettirmek de bir yere kadar. Onun dışında da güzel bir hikaye istiyor insan.
 
    Filmin yan etkileri ise izledikten sonra kendinizi Google ve YouTube'nin arama motorlarına sihirbazlık numaraları, şu nasıl yapılır tarzı kelimeler yazarken bulabilirsiniz. Yaptım mı yaptım. Çok da iyi güzel oldu yüzük kaybetme numarasını öğrendim. Sihirli Annem'de de denildiği gibi ''Sihirli Günler!''.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

This is the End


    Oyuncu kadrosuyla seyircide büyük bir heyecan yaratan ve beklentilerin çok yüksek olduğu film vizyona girdi. Film gayet komik ve bireysel oyunculuklarda harika. Bireysel oyunculuğun yanında bu adamlar aynı projelerde birçok kez kamera karşısına geçtikleri için adeta bir takım olmuş durumdalar. Öyle ki Pineapple Express, Çok Fena ve Kaza Kurşunu filmlerinin kadrosunda 4 kişi bu filmde tekrar bir araya geldi.
 
    Konusu James Franco yeni aldığı ev için verdiği parti sırasında beklenmedik garip olaylar yaşanır ve altı arkadaş aynı evde durmak zorunda kalırlar. Bizdeki İşler Güçler dizisindeki gibi oyuncular kendilerini oynuyorlar.
 
    Seth Rogen ve Evan Goldberg filmi yazdı, yönetti ve yapımcılığını üstlendiler. Seth de böylece ilk kez yönetmenlik deneyimini yaşamış oldu. Kadrodaki herkesle de yıllardır birlikte oynadığı için rahat geçirdiği bir deneyim olmuştur. Parasal olarak da iyi bir gelir elde edeceğini tahmin etmesi zor değil. Yani şu kadroya doğaçlama bile oynatsanız zarar etmezsiniz yine seyirci sinemaya gelir. Müzikleri arasında Gangnam Style ve Bodyguard gibi popüler şarkılarda var.
 
    Filmin başlarında Korkunç Bir Film tarzı bir şey çıkmasını bekliyorken sizi daha aşina olduğunuz yerlere götürüyor. Her filmlerinde ot içen kadro geleneği yine bozmamış. Filmdeki bir sahne fazlasıyla Kutsal Damacana'yı anımsatıyor. Asıl adı This is the End:Apocalypse olacaktı ama bir konuda anlaşmaya varılamadığı için son kısmı çıkarıldı. Alternatif bir kıyamet senaryosunun komedi ile birleşimine şahit olacaksınız.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Dünya Savaşı Z (World War Z)




  İzleyeninin büyük beklentilerle izlediği ama çoğunun umduğunu bulamadığı Brad Pitt'li korku filmi. Bir aile babasının zombilere karşı olduğuna The Walking Dead dizisini izleyenler alışık ancak onun dışında pek kullanışlı bir rol değil. Zombilere yeni özellikler eklenmiş ancak film pek tutmadığı için bunlarda kalıcı olmayacaklardır. Bir kaç örnek vereyim; Mesela 12 saniye içinde insan zombiye dönüşüyor. Bu yaratığımsı şeyler amerikan futboluna gerçek hayatlarında fazla meraklı olmanın avantajıyla ponpon kızlarınki gibi kule yapabiliyorlar. Ama en önemlisi çoğu zaman insanları yemiyorlar. Isırıp bırakıyorlar ve bu ''zombi kriterlerine'' fazlasıyla aykırı. Ayrıca her zamankinden daha aptallar. Zaten böyle bir filmde Oscar için çekilmez. Hasılatları da iyi olduğu için çok fazla yorumları umursadıklarını sanmıyorum. En azından film dolu dolu. Zombi açısından.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS