Footer Logo
.
.
.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
RSS

The Girl with the Dragon Tattoo


    İsveçli yazar Stieg Larsson yazdığı üçlemenin ilk filmi. Üçlemenin ilk filmi ancak bu filmin hem İsveç versiyonu var 2009 yılında çıkan hem de Hollywood versiyonu 2011'de çıkan. Benim bahsedeceğim 2011 Hollywood yapımı olan film.
 
    Bu kadar kısa süre içerisinde bir kitabı tekrar uyarlamak bana çok doğru gelmiyor. Orjinali izlemediğim için karşılaştırma yapamayacağım ancak filmi izlemediyseniz ilk olarak orjinalini izlemenizi öneririm. 2009 yapımı filmden haberim olmadığı için benim böyle bir şansım olmadı ne yazık ki.
 
    İsveç yapımında üçlemenin her biri aynı yıl içerisinde filme dönüştürüldü. Devam filmlerinin isimleri; Ateşle Oynayan Kız ve Arı Kovanına Çomak Sokan Kız. Millennium üçlemesi olarak biliniyorlar.
 
    Kitabını almak ve almamak arasında çok karasız kalmıştım Tüyap Kitap Fuarında. Halihazırda okuduğum Uçurtma Avcısı vardı ve sırada bekleyen kitaplar da olduğu için vazgeçtim. Çok da iyi yapmadım galiba. Çünkü film gayet güzel ve kitaplar genelde filmlerinden daha güzel olurlar. Onun için filmi izlemeden önce iki kere düşünün.
 
    Bir olayı çözmek ve düştüğü sıkıntılı durumdan uzaklaşmak için tamamı bir aileye ait adaya giden yazarın ve karşılaşmalarıyla kızla beraber olayı çözmeye çalıştıklarını anlatıyor. Olay ise yıllar önce kaybolan Harriet isimli gencin ölüp ölmediği. Öldüyse kimin öldürdüğü.
 
    Gerilimin hat safhada olduğu filmlerde aklımıza ilk gelen yönetmenlerden olan David Fincher imzalı bu film. Se7en filminin eleştirisinde de yazdığım gibi bu adam tarzını filmlerine fazlasıyla yansıtıyor. Başroller de son James Bond Daniel Craig ve çok tanınmayan ancak yakın bir zamanda adının fazlasıyla telaffuz edileceğini düşündüğüm Rooney Mara var.
 
    Film tutunca paranın kokusunu alan Hollywood boş durur mu? Tabii ki hayır. Serinin devam filmlerini de yeniden uyarlayacaklar. Vizyon tarihi belli olmasa da Ateşle Oynayan Kız filminin çekileceği kesin. Kısaca gizemlerle dolu uzun ama bir solukta izlenilebilecek güzel bir film.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Walk the Line

 
    Müziğin en güzel hallerinden olan Rock'n Roll'un efsanelerinden Johnny Cash'in hayat hikayesini anlatan bir film. Bu müzik türünün gelişmesinde ve popülerleşmesinde Elvis Presley kadar olmasa da çok önemli bir yere sahip kendisi. Cash'in hayat hikayesi de farklı olduğu için romandan uyarlanmış gibi olmuş film.
 
    Film Johnny Cash'in özel hayatında yaşadığı çalkantılı dönem ve zirveye doğru nasıl çıktığını konu alıyor. Romandan uyarlanma gibi bir benzetme yapmıştım az da olsa doğruluk payı var. Çünkü Cash'in yazıdığı iki otobiyografik kitaptan uyarlanma. Bir nevi kendi hayatının senaristi oldu. O öldükten 2 sonra ise senaryosu hayata geçirildi.
 
    Ülkemizde (en azından benim çevremde) tanıyanı çok olmayan olsa da en fazla 1-2 şarkısının ismini söyleyebilecek potansiyelde insan çok olduğu için film hakkında eleştiri yazıp bu efsaneyi tanıtmak istedim. İyi de yaptım aslında. Türkiye'deki en popüler ve genelde boş şarkılardan oluşan pop müzik dinleniyorsa insanların bu adamı tanımaya hakları var.
 
    Başrol oyuncuları Joaquin Phoenix (Johnny Cash) ve Reese Witherspoon (June Carter) sesleriyle ve görünüşleriyle fazlasıyla andırıyorlar canlandırdıkları kişileri. June Carter'ı da tabii ki göreceğiz bu adamın hayatında önemli bir yeri olduğu için. Onların dışında Elvis Presley de filmde geçiyor bir kaç yerde.
 
    Toparlamak gerekirse bol müzikli biraz uzun ama sıkıcı olmayan bir biyografik film. Bir müzisyenin hayatı neredeyse anlatılabilecek en iyi şekilde anlatılmış. Filmin orjinal ismi ise Cash'in bir şarkısından geliyor. Yaşlandıktan sonra bile Hurt gibi hafızalara kazınan şarkıları seslendiren Cash 2003 yılında 71 yaşında June Carter'dan bir kaç ay sonra yaşamını yitirdi.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS