Footer Logo
.
.
.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
RSS

Now You See Me


    Sihir'i insanoğlunun eski çağlarda olduğuna inanılan şimdiyse eğlenme aracı olarak kullanılan kandırmaca olarak tanımlayabiliriz. Eskilerde cadı adı vb. isimlerle adlandırılan sihir/büyü yaptığı iddia edilen bir çok kişi öldürüldü. Tabii artık daha masumane bir hal aldı bu olay. Öyle ki insanlar bu illüzyonları görmek ve bilerek kandırılmak için tonlarca para döker oldu. Böylece sihirbaz veya illüzyonist denilen kişilerin sayısı arttı ve alternatif bir meslek halini aldı.
 
    Hollywood'da hemen hemen her 5 yılda bir sihirbazlık çatısı altında filmler yapıyor. Bunlardan en beğenileni başrolünde Christian Bale'nin oynadığı Prestij filmi. Böyle filmlerin genellikle sonlarında seyircinin matık hatası olarak değerlendirmemesi ve merak içinde kalmaması için yapılan artık her neyse açıklanır.
 
    Seçilen 4 sihirbazın bir amaç uğruna takım olarak neler yaptıklarını anlatıyor film. Merak unsurunu üst düzeyde tutmuşlar ki en önemlisi de bu. Siz nasıl yaptılar diye düşünürken başka bir numara ile yeni bir gizem daha ortaya çıkıyor. Dertleri bu işten para kazanmak değil, halkın sevgisinin kazanan modern Robin Hood gibiler. Kim sevmez ki Robin Hood'u?
 
    Her rolün altından kalkan adam Morgan Freeman'ın rol alması beni filme çeken etkenlerden birisi. Ama en çok Sosyal Ağ filminde harika bir oyunculuk sergileyen Jesse Eisenberg'in performansını merak ettiğim için izledim. İzlerseniz pişman olmazsınız diyemeyeceğim. Sadece merak ettirmek de bir yere kadar. Onun dışında da güzel bir hikaye istiyor insan.
 
    Filmin yan etkileri ise izledikten sonra kendinizi Google ve YouTube'nin arama motorlarına sihirbazlık numaraları, şu nasıl yapılır tarzı kelimeler yazarken bulabilirsiniz. Yaptım mı yaptım. Çok da iyi güzel oldu yüzük kaybetme numarasını öğrendim. Sihirli Annem'de de denildiği gibi ''Sihirli Günler!''.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

The Social Network


    Dünya'da 500 Milyonu aşkın kullanıcısı olan Facebook'un nasıl kurulduğunu konu alıyor film. Artık insanların hayatlarında önemli bir yer edinen site de insanı çeken en önemli nokta tanıdığınız herkesin (Yaşı ilerlememişse tabi) bir hesabı olması. Çılgınlık haline gelen bu sosyal ortam yıllarca diktatörlüğünü sürdüren MSN'nin de hala kullanılsa da sonunu getirdi. Öyle bir boyuta ulaştı ki bir çok kişi sosyalleşmek adına bu platformu kullanmaya başladı.
 
    Filme gelirsek sitenin nasıl kurulduğunu ve bu bu boyutlara nasıl geldiğini konu ediniyor. Çok da temiz yollardan geldiğini savunmak yanlış olur. Yani Mark Zuckerberg'i hepimiz Facebook'un kurucusu olarak biliyoruz, öyle de. Ama nasıl ve tek başına mı sorularının cevaplarını filmi izledikten sonra alabilirsiniz.
 
    Başta konusu sıkıcı gibi gelebilir. Açıkçası bana öyle gelmişti. Belgesel tarzında Mark ve o dönem ki arkadaşlarının anlatımı ve canlandırmalarla yapılan bir film değil. Bildiğiniz biyografik tarzda bir film. Kimseyi özellikle övme veya yerme yok.
 
    Başarılı oyuncu kadrosunda da tanıdık isimlere rastlamak mümkün. Kısa bir zaman içinde bu seviyelere gelen ve  Mark'ı canlandıran (hatta andıran) Jesse Eisenberg başrolde. Onun dışında son Spider-Man Andrew Garfield ve hem şarkıcı hem oyuncu olan Justin Timberlake de var.Ama en önemlisi yönetmen gerilim filmleriyle nam salmış olan David Fincher.
 
    Filmin başarısı için hasılat dışında bir kanıt istiyorsanız size tam 8 dalda Oscar'a aday olduğunu söyleyebilirim. Bunlardan da en iyi düzenleme, orjinal müzik ve senaryoyu kazandı. Oscar dışında ise 11 dalda aday gösterilip 6 ödül kazandı.
 
    Hemen her gün ziyaret ettiğimiz bu sitenin nasıl kurulduğunu ve bu günlere geldiğini sıkmadan, en başarılı yoluyla izlemek isterseniz bu filmi öneririm.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

August Rush


    Müzik hepimizin duyduğu ancak göremediği ancak en çok ihtiyaç duyduğumuz şeylerden biri. Herkesin müzik zevki kişiliğiyle orantılı olarak farklı ama işin içine iyi bir hikayesi olan film girerse klasik müzik dinleyicisinden punk dinleyicisine kadar herkesi ortak bir noktada buluşturabiliyor. Film ve müzik birbirine çok benzedikleri için olsa gerek. Mesela bir filmde aşk hikayesini izleyebilirsin, müzikte ise dinleyebilirsin. Yani ikisi de sizi bulunduğunuz ortamdan uzaklaştırıp bir süreliğine de olsa keyifli bir seyahate çıkarır.
 
    Bu film tam anlamıyla bir müzikal değil. Müzikal herhangi bir konuyu işler (Örneğin Fransız Devrimini anlatan Sefiller Müzikali) ve oyuncular da neyi canlandırırlarsa canlandırsınlar opera havasındaki konuşmalarla diyaloglarını kurarlar. Müzik konulu filmler ise size uzun bir albümün klibini izlemiş hissini verir.
 
    Çok fazla raslantısal olayın olması filmi biraz bozuyor. Tabi şans faktörü de fazlasıyla ön plana atılmış. Bunlardan yola çıkarak senaryonun çok iyi olmadığını anlayabiliyoruz. ''Bizde yapsalar tutmaz'' kelimesi bu film için gayet uygun. Az biraz yeşilçam filmi izleyen biri bu filmi izledikten sonra ne demek istediğimi anlar.
 
    Filmi beğenilmesinde ki en büyük faktör tabii ki müzikleri. Beğenilmemesi'nin sebebinin ise abartılı hikayesi olduğunu anlamak için bir Atilla Dorsay olmaya gerek yok. Kötü de değil ama sanki gerçekte yıllar sürmüş bir hikayenin çok kısıtlı zamanda gerçekleştirilmeye çalışılmış.
 
    Bu tür filmleri müzik ülkesi olarak en çok beğendiğim İngiltere'den görmeyi daha çok isterim. Gönül ister ki bizde de örnekleri bolca görülsün ancak zalim gişe canavarının korkusundan olacak ki pek yok.
 
    Filmdeki müzisyenler kadar kadar başarılı olabilirsiniz ya da bir enstrümanı çok iyi çalamayacak olsanız bile sanatın hangi dalı olursa olsun ilgilenmekten zarar gelmez. Yani insanı olumlu yönde etkileyebilecek bir film. Mesela Dövüş Kulübü'nü izleyen bir çok erkekte kavga etme isteği (ki genelde istek olarak kursakta kalır) oluşur. Bunda ise gitar çalma.
 
    Küçük Yıldızımız Freddie Highmore görevini başarıyla yerine getirmiş. Onun yanında ise usta oyuncu Robin Williams dikkatleri çekiyor.
 
    Oscar'da en iyi orjinal şarkı dalında Raise It Up ile aday olan filmin müzikseverler tarafından olumlu tepkilerle karşılanacağını düşünüyorum. Onun dışında bir Amadeus beklemeyin. Beklentileriniz düşük aldığınız keyif büyük olsun.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS

Se7en


    Dedektifliğin bir çok filmde nasıl heba edildiğini gören biri olarak söylüyorum ki işte budur. Zekasını ve bilgisini eldeki kanıtlara dayanarak olayı çözmeye çalışır. Bunu çok iyi aktaran film sıradan bir hikaye'ye dayansa da David Fincher fırçasını sağlı sollu vurarak bir yönetmenin senaryo üzerinde ne kadar etkili olduğunu göstererek meslektaşlarına da bir ders veriyor.
 
    Film insanı garip bir şekilde geriyor. Fincher'ın bir kaç filmini izleyen varsa ne demek istediğimi anlar. Mesela Paranormal Activity'nin asıl görevi insanı germek olduğu için seyirciye yansıtmak daha kolaydır. Ama bir polisiyede de iyi olduğu taktirde gayet etkili olabiliyor. Bunu bu adar iyi yansıttığı için ve giderek merak uyandırdığı için kült bir film.
 
    Morgan Freeman ve Brad Pitt klasik deneyimli-deneyimsiz iki dedektifi canlandırıyorlar. Freeman son görevine hazırlanırken, Pitt'in oynadığı karakterin aldığı en büyük görevlerden biri ve bu işte birlikteler. Önceki sene Esaretin Bedeli gibi efsane bir filmde oynayan Freeman yine öyle bir filmde oyunculuğunu konuşturuyor.
 
    Zeki katil mi daha kötüdür? Yoksa Deli mi? Her ikisi de olabilir ama buradaki seri katilde ikisinden de biraz var. ''İnanç'' uğruna 7 önemli günah işleyen 7 kişiyi öldürmeyi planlıyor.
 
    Filmin müzikleri de oluşturulan gerilim havasında oldukça etkili olmuş. Brad Pitt ile David Fincher daha sonra birlikte çalıştıkları projeleri olan Dövüş Kulübü ve Benjamin Button'ın Tuhaf Hikayesi filmlerinde de başarılarını sürdürdüler. Yer yer sıkılsanız bile sabredin, karşılığını alacaksınız.

  • Digg
  • Del.icio.us
  • StumbleUpon
  • Reddit
  • RSS